Her şey uzaktan artık. Sanki yeterince uzak değilmişiz gibi birbirimize.
Bürokrasi, eÄŸitim, iÅŸ hatta kısmen saÄŸlık bile...
Bu sisteme baÅŸarıyla adapte olamayacak kadar antik, romantik bir ruhum var sanırsam. KardeÅŸlerimi bile “görüntülü” aramayı sevmem. Onları görmediÄŸim süre zarfında besleyeceÄŸim duygularımı köreltiyormuÅŸ gibi hissediyorum.
Minik bir ekran sayesinde dünyanın her yerinde olabilme fikrine pek sıcak deÄŸilim anlayacağınız. Fakat bu akışla kavga etmemem gerektiÄŸini bir kere de Covid-19 çarptı yüzüme.
İtalyan Lisesi’nde geçen her yılın sonunda bavuluma bir ÅŸeyler daha koyuyordum... O yıllar hissettikleriniz ya da size hissettirilenler gittiÄŸiniz yerin sokaklarına yansıyor.
Ben her ne koyduysam beni o kadar uzak hissettiriyor ki İstanbul’a...
Sizi değiştiren ya geliştiren nedir bilmiyorum ama avare avare gezdiğim İtalyan sokakları değiştirmiştir beni belki de.
O dar, zarif sokaklar...
Bologna’daki hayatımı bu kadar anlamlaÅŸtırmışken ondan uzak eÄŸitim görmenin faydası yoktu.
Ben de kendimi yeniden evimde buldum.
Ulaşımımı yürüyerek saÄŸlamayı, basit hayatı, kendi başımın çaresine bakmayı o kadar özlemiÅŸim ki ‘uzaktan’ kaybettiÄŸim akademik havayı yakalayıverdim.
Sanırım tek başına olan hayatımda karşıma çıkan zorluklar, dünya meselesi haline getirdiÄŸim küçük engeller devam etmemi saÄŸlayan unsurlar.
Ya da bir yerde yabancı olmak ve hep yabancı kalabilmek, dolayısıyla hep öÄŸrenmeye çalışmak...
İşte asıl akademik hayat tam da bu.